Lunarpages

Amerika'nın Vergi Verdiği Tek Devlet - Osmanlı Devleti


A.B.D. bandıralı ticaret gemileri, Akdeniz de 1773 den itibaren seyretmeye başlamışlardı.

Fakat bilhassa Akdeniz tamamıyla Osmanlı Denizcileri nin kontrolünde idi.

Bu görevi, Cezayir Beylerbeyimize bağlı filolar sürdürüyordu. İste bu yüzden A.B.D. gemileri de, Cezayirli görevlilerle anlamsak mecburiyetinde idiler.

Yeni kurulan A.B.D. harp gemileri ise, kendi teknelerini gemilerini korumaktan uzaktılar.

Durumu gözden geçiren, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti, Cezayir Beylerbeyimize müracaata karar verdi.

Yapılan müzakereler sonunda, anlaşmaya varildi ve 05 Eylül 1775 tarihinde bir anlaşma imzalandı.

Bu anlaşmaya göre; Amerika Birleşik Devletleri, her yıl Cezayir Beylerbeyi mize 642.000 Altın Dolar ve 12.000 Osmanlı Altını vergi ödemeyi kabul ve taahhüt etti.

Bu vergi anlaşması A.B.D. tarihinde, İngilizce dışında yabancı dille(Osmanlı Türkçesi) imzalanan tek anlaşmadır.

Ayrıca bu anlaşma Amerika nın, tarihleri boyunca başka bir devlete vergi ödemeyi taahhüt ettikleri tek antlaşmadır.

Anlaşma 35 sene sonra 1810 da İngiliz gemilerinindi devreye girmesiyle kendiliğinden fesholmuş.

Anlaşma fermanları karşılıklı olarak halen İstanbul'daki Deniz Müzesinde ve Washington müzesinde bulunuyor.

Anlaşmada ABD yi temsilen Başkan, Osmanlı'yı temsilen Padişah ve hatta sadrazam bile değil, şimdiki Vali statüsünde olan Beylerbeyinin imzası bulunuyor.

Bu tarihi vesikayı, devletleri adına imza eden görevliler :

George Washington (A.B.D. Başkanı) ve Hasan Paşa (Cezayir Beylerbeyi)
Ruh göçü Yunanistan'da "Orphik" denilen dini bir akıma paralel olarak ortaya çıkmıştır. Orphik kelimesi efsanevî bir şarkıcı olan Orpheus'un adından gelir. Ancak bu akımın adından çok, asıl kendisi dikkat çekicidir. Orphik dininin Tanrısı Yunanistan'a kuzeyden, Trakya'dan gelmiş olan Dionysos'tur. Tanrı huzurunda, bağ kütüğü (asma) kutsaldır.

Bir başka deyişle: Dionysos kendinden geçme ve sarhoşluk durumlarını kutsar. Bu dinin inananları kendinden geçme ve sarhoşluk durumunda Tanrıya tapınırlar. Oysa Homer döneminin Tanrıları, herşeyden önce, karşımıza idealleştirilmiş insan biçimlerinde görünürler.

Bu klâsik dönemde Tanrılara tapınmak için muhteşem ve aydınlık tapınaklar yapılır ve tapınmalar ölçülü törenler biçiminde olurdu. Yunanistan'ın klâsik dönemindeki tapınma biçimleri ile Dionysos dininin tapınma biçimleri, biri ötekinden kesinkes ayrıdır. Dionysos'a özellikle geceleri fener alayları düzenlenerek büyük bir coşku ile tapınılır. Bu tören sırasında özellikle kadınlar kendilerinden geçer (cezbe hali). Bu dinî inanışa göre, insan ancak kendinden geçerek Dionysos ile birleşebilir.

Orphik dinin bu tipik niteliğine birşey daha eklemeliyiz: Mythos'a göre Dionysos ölmüş ve sonra da yeniden dirilmiş olan bir Tanrıdır. Yani Dionysos, önce ölüme baş eğen, sonra da ölümün kucağından yaşam fışkırtan bir Tanrıdır. Ölen ve yeniden dirilen Tanrı kavramına tarih boyunca sürekli tanık oluyoruz. Ayrıca, dinler tarihinde bu kavram ile birlikte, böyle ölüp dinlen bir Tanrıya inanan kişilerin, kendilerinin de Tanrının ulaştığı sona ortak olacağı görüşü hâkimdir.

Yani, bu kişilerin de öldükten sonra yeniden dirileceği inancı vardır. İşte bu inanç Orphik dininin ana kavramını oluşturur. Bu din aynı zamanda ruhun evrimine de inanmayı gerektirir. Çünkü insan ölümden sonra yeniden dirildiğinde; insan, hayvan, bitki olarak çeşitli kılıklarda dünyaya gelebilir.
Selçuklu fetihleri arasında Doğu Anadolu'da kurulan Türk devletlerinden birisi Saltuklular'dır. Anadolu'nun fethinde görev alan kumandanlardan Ebul Kasım, Erzurum dolaylarını ele geçirmiş ve Sultan Alparslan onu bu bölgenin beyliğine tayin etmişti. Ebul Kasım 1102'de ölünce yerine oğlu Ali geçti ve Bey oldu. Ali'den sonra Bey olan İzzeddin Saltuk bu hanedanın en güçlü beyi oldu ve beylik onun adı ile yani "Saltuk Beyliği" olarak anıldı (1072).

Bu beylik önceleri Büyük Selçuklu Devleti'ne tâbi idi, fakat bu devletin zayıflamasından sonra, bağımsızlığını kazandı. Saltuklu Beyliği Kars, Bayburt, Oltu, Trabzon, İspir ve Tercan bölgelerini ele geçirerek gücünü arttırdı. Önce Gürcülerle, sonra Bizanslılarla yaptığı savaşlarda da başarılı sonuçlar elde etti. Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan'la ittifak kurarak kız alıp vermek suretiyle akrabalık kuruldu.

Saltuklu beyleri bir çok defa Gürcülere karşı savaştılar. Nitekim bunlardan İzzeddin Saltuk bu savaşların birisinde Gürcülere esir düşmüş (1153), öteki Türk beyleri tarafından 10.000 dinar verilmek suretiyle kurtarılmıştır.

İzzeddin Saltuk 1174'te ölünce yerine oğlu Muhammed Kızıl Arslan geçti. Kızıl Arslan Bey, 1195'te Erzurum önüne kadar gelen Gürcü kuvvetlerini mağlup etti.
İzzeddin Saltuk devrinde (1132-1168), Saltuklu Beyliği ülkesi Tercan'dan başlayarak Tâhir Gediği'ne kadar uzanmakta; Erzurum, Bayburd, Avnîk, Micingird, İspir, Oltu gibi şehir ve kasabaları kaplamakta idi. Nâsıreddîn Muhammed (1168-1191)'in ise, Irak Selçuklu sultanı III. Tuğrul'a ve asıl iktidarı elinde tutan Atabeg Kızıl Arslan'a tâbi olduğu anlaşılıyor.
Yine onun zamanında Gürcüler Erzurum önüne geldilerse de, bir muhasaraya girişmeden aldıkları ganimetlerle yetinerek geri döndüler. Bu devrin dikkati çeken bir olayı da bu hanedandan Muzaffereddîn Melikşâh adlı Saltuklu beyinin Gürcü kraliçesi Thamara ile evlenmesidir.

XII. yüzyılın ortalarından itibaren Türkiye Selçukluları ve Eyyûbî Devletleri, Doğu ve Güney-doğu Anadolu'daki beyliklerin varlıklarını tehdide başlamışlardı. O sırada Ulu Hakan olan Melikşah, Anadolu'da birliği korumak için bütün beylikleri itaat altına almak istiyordu. Süleymanşah da onun politikasını takip etti ve 1202'de Erzurum kalesini alarak Saltuklu Beyliği'ne son verdi (1202).

Saltuklular devrinde, Erzurum bölgesi imâr edilmiş ve zenginleşmiş bir durumda idi. Ayrıca bölgenin iktisâdî durumuna da bir canlılık getirmişlerdi. Saltuklulardan zamanımıza kadar bazı eserler de kalmıştır, bunlar Kale Mescidi, Tebsi Minare, Ulu Câmi ile bazı türbelerdir. Ayrıca Tercan'da bulunan Mama Hâtûn kervansarayı ve türbesi de zikre şayan Saltuklu eserlerindendir.






mengücekliler:

(Mengü: Türkçe "ebedî" manasına gelmekte, cük ise küçültme ekidir).

Mengücük Gazî'nin Malazgirt savaşına iştirak ettiği ve bu savaştan sonra Sultan Alp Arslan'ın Anadolu'yu zabtetmek için görevlendirdiği beyler arasında bulunduğu bilinmektedir. Türkmen beylerinden Mengücük, Anadolu'nun fethi sırasında Erzincan, Kemah, Divriği ve Karahisar'ı zaptetmişti. Kendisi bu çarpışmalarda şehit düştü. Oğlu İshak, 1118'de bu bölgede, babasının adını taşıyan beyliği kurdu.

İshak Bey, beyliğini korumak için Selçuklularla, Artuklu ve Danişmendli beylikleriyle mücadele etti. Fakat Artuklu Belek tarafından mağlup edildi (1120). İshak Bey 1142'de ölünce beylik ikiye ayrıldı. Oğullarından Davud, Kemah ve Erzincan'da, Süleyman ise Divriği'de kendi beyliklerini ilan ettiler.
Kültür ve sanatıyla iz bırakmış uzun ömürlü beyliklerden biri Artuklu Beyliği'dir. Oğuzların Döver boyundan ünlü bir Türkmen Beyi olan Artuk Bey, Anadolu'nun fethi sırasında büyük hizmetler görmüştü. Fakat, Tutuş'la Süleymanşah'ın arasındaki savaşta Tutuş'tan yana olarak savaşı ona kazandırmış ve Süleymanşah'ın intiharına sebep olmuştu. Tutuş, Artuk Bey'in yardımına karşılık olarak onu Kudüs valisi yapmıştı. Ölüm yılı olan 1091'e kadar bu görevde kaldı.

Artuk Bey ölünce Kudüs Fatımî'lerin eline geçti.Fakat Artuk Bey'in oğulları Sökmen ve İl-Gazi, Selçuklu hükümdarı tarafından kendilerine verilen bölgelerde beylikler kurdular.
Artuk Bey'in oğulları tarafından kurulan bu beylikler üç kol halinde gelişti.

1. Hısn Keyfâ ve Âmid,
2. Mardin ve Meyyâfârıkîn,
3. Harput'da
Üç kol halinde hüküm sürmüş bir Türkmen sülâlesidir.

Artuk Bey önce Sultan Alp Arslan'ın hizmetinde bulunmuş ve Malazgird savaşına da iştirak etmişti 1071 Anadolu'nun Türklere açılmasında rol oynayan emîrler arasında Artuk Bey de bulunuyordu. Daha sonra Artuk Bey, Sultan Melikşâh tarafından kendisine iktâ edilen Huvân'a çekildi. Ahsâ ve Bahreyn Karmatîlerini itaat altına almak görevini başarıyla sonuçlandırdı. Artuk Bey'in bir süre sonra Sultan Melikşâh'a küskünlüğü, Suriye Selçuklu Meliki Tutuş'un hizmetine girmesine yol açtı. Tutuş da ona Kudüs ve havalisinin valisi yaptı (1085-6).

Artuk Bey 1091 yılında bu şehirde öldü. Ancak oğulları Sökmen ve İlgazî Kudüs'ü muhafaza edemediler. Emîru'l-cüyûş Efdal kumandasındaki bir Fâtımî ordusu kırk günlük bir kuşatmadan sonra şehri aldı (1098).

Mu'în ed-Dîn Sökmen, Cezîret-i İbn Ömer sahibi Çökürmüş tarafından kuşatılan Musul hâkim Mûsâ'nın yardımına koştu ve bu hizmetine karşılık 10.000 dinar ve Hısn Keyfâ kalesini aldı. Böylece Sökmen, Artukluların "Hısn Keyfâ ve Sökmeniyye" denilen ilk şubesini kurmuş oldu (1102). Eyyûbî hükümdarı Melik Kâmil önce Âmid'i sonra da Hısn Keyfâ'yı zabt ederek Artukluların Hısn Keyfâ kolunu ortadan kaldırmıştı (1231-2).

Necmeddîn İlgazî Nisan 1105'de Bağdad şahneliğinden azledildikten sonra Mardin'e gelerek bu şehre hâkim olmuş ve burada Artukluların "Mardin veya İlgaziyye" denilen şubesini kurmuştur (1108). İlgazî yavaş yavaş bu bölgedeki Selçuklu topraklarına hâkim oldu, 1117'de Haleb'i ele geçirdi. Beraberinde Bitlis ve Erzen hâkimi Togan Arslan'ın bulunduğu 20.000 kişilik ordu ile harekete geçerek Tell Afrin savaşında Antakya persi Roger'in kumandası altındaki Haçlılara karşı büyük bir zafer kazandı (1119). Bunu Tell Danis'de Kral II. Baudouin'e karşı kazanılan takip etti. Selçuklu sultanı Mahmûd ise İlgazî'ye Meyyâfârıkîn şehrini iktâ etmişti (1121). Daha sonra Mardin Artukluları bazan Eyyûbîlere bazan da Tükriye Selçuklularına tâbi olarak varlığını sürdürdü. Kara Arslan el-Muzaffer (1260-1292) ise, Moğolların hâkimiyetini kabûl ederek barış yaptı.

O bu sayede hanedanın devamını sağladığı gibi Mardin şehrini de bir felaketten kurtarmıştı. Bu kolun son hükümdarı Melik el-Sâlih Mardin'i müdüfaa edemeyeceğini anlayınca bu şehri Karakoyunluların reisi Kara Yûsuf'a teslim etti (1409). Bu suretle Artuklular Devleti sona erdi.

Artukluların üçüncü kolu 1185 yılında Harput ve havalisinde kurulmuşsada fazla uzun ömürlü olmamıştı.Sultan I. Alâ ed-Dîn Keykubâd 1234 yılında Harput'u zabtederek, Artukluların bu koluna son vermişti.Artuklular büyük Türkmen kitlelerine dayanan bir Türk devleti idi. Bu sebepten millî teşkilât ve ananelerini muhafaza etmişlerdi. Alp, İnanç, Kutlug gibi eski Türkçe unvanları kullanmakla da bu ananelerini koruduklarını göstermişlerdir.
Artuklular devlet anlayışında eski Türk hukukuna göre devletin hanedanın ortak malı olduğu görüşün de uyguladılar. İlgazî ve Belek gibi kudretli şahsiyetlerin mevcudiyeti Artuklu Devleti'nin siyâsî birliğini sağlayabilmiş, aksi takdirde ayrı beylikler halinde hükün sürmüşlerdir.

Artuklu hükümdarları gerek Müslüman ve gerekse hristiyan halka adâletle hizmet etmişler, idareleri altındaki ülkelerde düzen ve emniyeti sağlamışlardı. Ayrıca ticarî ve iktisadî hayatın gelişmesine büyük ölçüde yardımcı oldular. Bu maksatla bazı şehirlerdeki ticarî vergileri kaldırmışlardır. Bu iktisadî gelişme mimarî eserlerden de anlaşılmaktadır.
Artuklular, bir kısmı bugüne kadar mevcudiyetlerini koruyan, birçok mimarî eserler sözgelişi; külliyeler, câmiler, medreseler, hamamlar, köprüler, sivil ve askerî yapılar yapmışlardır. Onların devrinde mimarîde görülen gelişme sebiyle bugün güney-doğu Anadolu bölgesinde her önemli eser Artuklulara bağlanmak istenmektedir.

Artuklu ülkesindeki Meyyâfârıkîn, Âmid ve Mardin gibi şehirler birer ilim ve kültür merkezi haline gelmişti. Bu hanedana mensup hükümdarlar ilim ve sanat adamlarını himâye etmişler, bunun neticesinde de onlar adına bazı eserler yazılmıştır.


çobanoğulları :

Çobanoğulları Beyliği, Kastamonu'da Türkiye Selçuklularının uç beyi (beylerbeyi) olarak bulunan, Oğuzların Kayı boyuna mensup Hüsâmeddîn Çoban tarafından kurulmuştu.
Sultan I. Alâ ed-Dîn Keykubâd, Çoban Bey'i deniz aşırı Suğdak (Kırım) seferi ile görevlendirilmişti (1225 veya 1227). Çoban Bey'in bu sefer sonunda kazandığı başarı neticesinde Kastamonu arazisinin hizmetine karşılık mükâfat olarak kendisine verilmiş ve bu tarihten itibaren beyliğin kurulmuş olması muhtemeldir. Onun ve oğlu Alp yürük (yürek) hakkında bilgimiz yok denecek kadar azdır. Daha sonra tahta geçen Muzaffer ed-Din Yavlak Arslan ise Türkiye Selçuklularına ve İlhanlılara tâbi idi. Bununla beraber Selçukluların taht mücadelelerine karışmış ve Rüdneddîn Kılıç Arslan'ı sultan ilân ederek bağımsızlığını kazanmak istemişti.

İlhanlı Geyhâtû, Sultan Mes'ûd ve Vezîr Necmeddîn idaresinde bir Selçuklu ve Moğol ordusunu Kastamonu üzerine gönderdi. Yapılan savaşta Yavlak Arslan öldü (1292). Selçuklu sultanı Mes'ûd bu savaşta kendisine yardımcı olan Şemseddîn Yaman Candâr'a Kastamonu ve havalisinin idaresini verdi. Ancak Yavlak Arslan'ın oğlu Nâsıreddîn Mahmûd bir süre daha Kastamonu'da hüküm sürdü. Nihayet Candâroğlu Süleymân Paşa bir baskınla Kastamonu'ya hâkim olmuş ve Çobanoğulları Beyliği'ne son vermişti (1309).
Çobanoğulları devrinde Kastamonu'da kültür ve imâr faaliyetleri çok ilerlemişti. Meşhur bilgin Kutbeddîn Şîrâzî "İhtiyârât el-Muzafferî" adlı eserini Musaffereddîn Yavlak Arslan'a ithaf etmişti.

Ayrıca Hoylu Hasan b. Abdülmümin eseri "Nüzhet el-Küttâb"ı Yavlak Arslan adına ve bu eserin muhtasarını ise Mahmûd Bey adına yazılmıştı. Çobanoğulları adına yazılmış başka eserlerde mevcuttur.
Çobanoğulları
1. Hüsâmeddin Çoban Bey
2. Alp-Yürek Bey
3. Muzaffereddin Yülük-Arslan Bey (1284-1292)
4. Nâsıreddin Mahmud Bey (1292-1320)
Türk mutasavvıfıdır (1210-1271). Bektaşî tarikatının kurucusu olan Hacı Bektaş Veli, Doğu İran'da Horasan bölgesindeki Nişapur kentinde doğdu. Horasan'dan Sivas'a geldi, sonra Amasya'ya giderek Baba İshak'a mürit ve halife oldu. Bir süre Kırşehir ve Kayseri'de kaldıktan sonra Hacıbektaş'a (eski Sulucakarahöyük) yerleşti.

Selçuklular zamanında dinî-askerî bir topluluk olan Bâcıyânı Rum topluluğu önderlerinden Hatun Ana'yı evlât edindi. Şeyhi Baba İshak'ın Selçuklulara karşı ayaklanması sırasında Baba İshak'la birlikte Hacı Bektaş'ın kardeşi Menteş de Sivas'ta öldürüldü.

Bektaşî Babası

Hacı Bektaş ayaklanmadan arta kalan Batınîleri çevresine toplayarak onlara baş oldu. Müritleri tarafından «kalenderler piri, abdallar serveri» sayıldı. Sonraları bütün şiîbatınî zümreleri içinde toplayan onun tarikatına Bektaşîlik adı verildi.

Hacı Bektaş, Osmanlı Devleti'nin kuruluşundan önce yaşadı ve öldü. Ama Osmanlı Devleti'nin kuruluş yıllarında Anadolu'da yaygın bir örgüt olan ahilikte her esnaf zümresinin kendini bir pir'e bağlaması gelenekti. Ahilerin seyfî (kılıçlı) kolu olan Alp Erenler de Hacı Bektaş'ı kendilerine pir edindiler; yeniçerilerin piri olduğu rivayeti bundan çıktı.

Bir Bektaşî dervişinin (Ali oğlu Musa) XV. yy.da yazdığı Bektaşi Velâyetnamesi Hacı Bektaş'ın hayatını olağanüstü menkıbelerle anlatır; onun çocukluğundan başlayarak birçok keramet gösterdiğini hikâye eder.

Bektaşî tarikatının merkezi, Nevşehir iline bağlı Hacıbektaş kasabasıdır. 1924 yılında tekkeler ve tarikatlar yasaklanıncaya kadar Müslüman dünyasındaki bütün Bektaşîlerin başı sayılan Hacı Bektaş Veli'nin, halifesi burada otururdu; Hacı Bektaş Veli burada gömülüdür. Hacıbektaş'ta bugün de bütün bölümleri yerli yerinde duran büyük bir Bektaşî dergâhı vardır.

Bektaşilik

Hz. Muhammet'i mürşit, halife Ali'yi rehber. Hacı Bektaş Veli'yi pir tanıyan bir tarikattır. Hacı Bektaş tarafından kurulmuş, esasları Hacı Bektaş'ın Makalât adlı eserinde anlatılmıştır Bu eserin Arapça aslı bulunamamıştır. XIV. yy.da yapılmış bir tercümesi vardır. Bunda hırka, sakalık erkâr miyanbestlik, dört tekbir, gülbank ve Bektaşiliğe ait bütün bilgiler bulunmaktadır.

Bektaşiler Caferi mezhebindendir. Peygamber ailesine aşırı sevgi duyar, Muharrem'de yas tutar, Ali'nin doğum günü saydıkları Nevruz'da bayram yapar, saz çalıp nefesler okurlar. Bektaşîlikte ahlâk verilen söze dayanır: «Elini tek, dilini pek, belini berk tut». Bektaşî şiir ve müziği de ünlüdür ve Türk şiir ve müziğinin önemli bir dalıdır.
Alâiye Beyleri Alâiye (Alanya)'de önce Karamanoğullarının bir kolu olarak, daha sonra da Memlûk Devleti'nin hâkimiyeti altında hüküm sürmüşlerdi. Bu beyliğin kurucularının Selçuklu sultanının kızının oğullarından geldiği şeklindeki rivâyet henüz ispat edilememiştir. Alâiye 1223 yılında Türkiye Selçuklu sultanı Alâ ed-Dîn Keykubâd tarafnıdan fethedildi. Türkiye Selçuklularının son yıllarında Alâiye, Karamanoğullarından Mecdeddîn Mahmûd'un eline geçti (1293). Bundan sonra adı geçen şehirde Karamanoğullarına bağlı beyler hüküm sürmeğe başladılar.

Karamanoğullarının bu şehir üzerindeki hâkimiyeti XIV. yüzyılın ikinci yarısında da devam etti. Nitekim Kıbrıs kralı Pierre 1266'da Alâiye'yi zabta teşebbüs etti ise de Karamanoğullarının yardıma gelmesi şehrin Türkler elinde kalmasını sağladı.
Karaman b. Savcı 1427 yılında Alâiye'yi beşbin altın karşılığında Memlûk Devleti'ne sattı. Bundan sonra adı geçen şehirde Memlûk Devleti'nin hâkimiyeti altında Karamaoğlu Mahmûd Bey'in torunları hüküm sürdüler. Nihayet Gedik Ahmed Paşa Alâiye'yi alarak Osmanlı Devleti topraklarına kattı (1471).

Alâiye işlek bir pazar yeri idi, ticarette kereste ihracatı mühim bir yer işgâl etmekteydi. Şehirde gemi yapan tezgahlar vardı ve ticaret dolayısıyla Alâiye beyleri zengin ve halkında mâlî durumu iyi idi.


aydınoğulları beyliği :


Aydınoğulları, Batı Anadolu'yu, Ege kıyılarını açan fâtih Türkmen beylerindendir. Gazi Umur Bey gibi Türkiye tarihinin büyük şahsiyetlerinden birini yetiştirmiştir. 1300'den 1390 Nisanına kadar önce 90 yıl, 28 temmuz 1402'den 1425'e kadar sonra da 23 yıl, cem'an 116 yıl sürmüştür. Nisan 1390'dan 28 temmuz 1402 'ye kadar Yıldırım Bâyezid zamanında 12 yıl, 3 ay, Osmanlı devletine katılmıştır. 1308'e kadar Selçukoğulları'na, 1335'e kadar İlhanlılar'a tabî, sonra müstakil olmuşlardır. 1308'den 1312'ye kadar da İlhanlılar'a tabî olan Germiyanoğulları'na tabî bulunmuşlardır. Zaten başlangıçta Aydın beyleri, Germiyanoğulları'nın hizmetinde idiler. 1403'te tekrar Osmanlılar'a tabî olmuşlar, bundan sonraki 22 yılda bazan tamamen Osmanlılar'a katılmışlar, bazan onlara baş kaldırmışlardır. Bu devreyi, Cüneyd Bey temsil eder.

Aydınoğulları Beyliği bilindiği gibi, Selçukluların uç beyliği olarak Aydın Bey tarafından kurulmuştur. 1308'den 1335'e kadar İlhanlılara tabi olmuş, daha sonra bazen bağımsız, bazen Osmanlılara tabi olarak yaşamışlardır. Aydın, İzmir'in bazı havzaları, Alaşehir, Salihli ve dolaylarında hüküm sürdüler. Bu beyliğin en ünlü hükümdarı Gazi Umur Bey idi. Kuvvetli bir donanma ile Adalar Denizine (Ege) hakim olmuştu. 1425'te Osmanlı topraklarına katıldı.
Bu beyliğin en önemli iskelesi Ayaslug (Selçuk) idi. Burada hazırlanan donanma ile etrafa baskınlar yapıyordu. Nitekim Mehmed Bey'in oğlu Umur Bey donanma ile Sakız, Bozcaada, Semadirek adası, Gümülcine havalisi, Adalar Denizi ve Mora sahillerine başarılı akınlar yapmış ve sahil İzmirini ele geçirmişti (1328). Onun bu başarılı faaliyetleri babasının ölümünden sonra beyliğin başına geçmesine zemin hazırladı (1334).

Umur Bey, Saruhanoğlu Süleymân Bey ile birlikte Yunanistan ve Mora'ya sefer yapmış, sayısız esir ve ganimetlerle İzmir'e dönmüştü (1335). Umur Bey Bizans ile dostça geçinmiş, onların seferlerine katılarak Karadeniz'e çıkmış, Kili ve Eflak ülkelerini yağmalamıştı (1339-40).

Ayrıca Bizans'taki taht mücadelelerine de karıştı. Aydınoğulları donanmasının Ege Denizi'ndeki faaliyetleri karşısında, Rodos şövalyeleri ticaretin aksamaması için İzmir'i vermek şartıyla Umur Bey ile anlaşmaya razı oldular, fakat bu anlaşma Papa tarafından tasdik edilmedi. Gazi Umur Bey bu sebeple İzmir'i zabtetmek isterken şehid düştü (1348).
Onun hükümdarlık süresi Aydınoğulları için her yönden önemli gelişmelerin görüldüğü parlak bir devre olmuştur. Umur Bey'in kardeşi Hızır Bey, ağabeyi gibi faal ve cesur bir hükümdar olmadığından Latinler ile ağır şartlarla bir anlaşma imzalamaya mecbur kaldı. Bundan sonra Aydınoğullarının faaliyeti durmuş ve beylik çökmeğe yüz tutmuştu. Kosova savaşında (1389), Osmanlı ordusunda bulunan yardımcı kuvvetler arasında Aydın oğullarınkiler de vardı. Bu savaşta Sultan I. Murad'ın şehit düşmesi üzerine Yıldırım Bayezid sultan olmuş, fakat ona karşı Karamanoğullarının teşviki ile Anadolu beyliklerinde bir hareket başlamıştı. Bu harekete Aydınoğulları da katıldı. Yıldırım Bayezid'in beylikleri itaat altına almak için çıktığı Anadolu seferinde Aydınoğulları Beyliği Osmanlılara tâbi oldu (1390).
Ankara'yı merkez edinen ve şehirle civarında teşekkül eyliyen Ahi hükümeti, bir derviş-esnaf cumhuriyeti olup, bir bakıma Ortaçağ İtalyan site cumhuriyetlerine benzemektedir. Takriben 1290'da başlamış, 1354'e kadar aşağı yukarı 64 yıl devam etmiştir. 1308'e kadar Selçukoğulları'na, 1335'e kadar İlhanlılar'a, sonra Eretnaoğulları'na, nihayet Karamanoğulları'na bağlanmıştır, hiç bir zaman tam müstakil olmamışlardır. 1354'te Osmanoğlu Gazi Süleyman Paşa (Rumeli Fâtihi olan Velîahd-Şehzâde), Ankara'yı fethetmiş, Osmanlı devletine bağlamıştır. Bir ara Ankara, Karamanoğulları'nın eline geçmişse de, hemen yetişen Süleyman Paşa'nın kardeşi I. Sultan Murad, Ankara'yı kesin şekilde almıştır.

Ankara, garip bir tecelli olarak 570 yıl kadar sonra, bu kere çok büyük bir Türk cumhuriyetine başkent olmuştur. Türkler'de cumhuriyet idaresi Atatürk'ten önce tamamen meçhul olduğu için, Ahi Cumhuriyeti dikkate değer. Ahiler, teşkilâtlanmış ve tasavvufî dervişlik esaslarına dayanan esnaf loncası başkanlarıdır. Osmanlı devletinin kuruluşunda rolleri mühimdir. Bununla beraber Ahi cumhurreislerinin, aynı aileden geldikleri anlaşılıyor. Ahi Şemseddin Yusuf Efendi'nin ailesi, çok nüfuz kazanmış olacaktır. Oğulları Ahi Hüseyin Efendi ile Ahi Kemâleddin Hasan Efendi'dir. Hüseyin Efendi'den sonra oğlu Mehmed Efendi, sonra onun oğlu II. Hüseyin Efendi'nin reis oldukları sanılıyor. II. Hüseyin Efendi'nin kardeşleri, Hasan ve Yusuf efendilerdir.

Aslı Akhî şeklinde yazılan Ahi kelimesinin Arabça kardeşim mânâsına geldiği gibi, Türkçe akı/akhı kelimesinden bozulduğu rivayeti üzerinde de durulabilir.

Ankara Ahî Cumhur Reisleri (1290?-1354 = 64?)
1. Ahi Hüsâmeddin I.Hüseyin Efendi (1290-1296)
2. Ahi Şerefeddin Mehmed Efendi (1296-1332)
3. Ahi II.Hüseyin Efendi (1327-1354)


dulkadiroğulları :


Büyük Anadolu Beyliklerinden biri idi. Dulkadiroğulları, Mısır'daki Türkmen Memluk devletleri arasında güçlü ve uzun ömürlü bir beylik olarak görülmüştür. Kurucusu, Dulkadıroğlu Zeyniddin Ahmed Karaca Bey'dir. Bazen Memlüklere, bazen Osmanlılara tabi olmuş, fakat en çok Osmanlılarla işbirliği yapmış ve Osmanlı sarayı ile akrabalık kurmuşlardır.

Elbistan başkent olmak üzere Maraş, Kayseri, Elazığ, Ayıntap, Malatya, Adıyaman vilayetlerinde hüküm sürdü. 1522 yılında Osmanlı topraklarına katıldı.
Dulkadırlılar Oğuzların Bozok kolundandır. Onların ilk reisi Zeyneddîn Karaca Bey, Eratna Bey'in elinden Elbistan'ı zabtetmiş ve Memlûk saltanı Melik el-Nâsır Muhammed'den nâiblik menşuru alarak Dulkadırlı Beyliği'ni kurmuştu.

Karaca Bey zaman zaman Memlûk sultanlarına itaat, bazan da onlardan ayrılarak Haleb şehrini tehdid ediyordu. Ayrıca Sis Ermeniler ile başarılı mücadelelerde bulunmuştu. Halep taraflarında da bir çok yer zapteden Karaca Bey bu başarılarına güvenerek "Melik üz-Zâhir" unvanı ile hüküdarlığını ilân etti (1348). Ancak Memlûk Devleti'ne isyan eden Haleb valisi Bay-Buğa'yı sultana teslim etmemesi onun ortadan kaldırılmasına yol açtı.
Karaca Bey'den sonra oğlu Halil Bey ve Mehmet bey Memlûklular tarafından Elbistân valiliğine tayin edildi.

Timur'un Elbistân, Malatya ve Besni'yi alıp tahribi üzerine Mehmed Bey ona itaate mecbur oldu. Mehmed Bey Çelebi Mehmed Sultan ile iyi münasebetlerde bulundu. Buna mukabil Ramazanoğulları ve Karamanoğulları'na karşı daimî surette savaştı. Memlûklular bu hizmetine karşılık ona Kayseri şehrini verdiler.

Mehmed Bey 1442den sonra yerine oğlu Süleymân Bey geçmişti. Süleyman Bey Osmanlılar ve Memlûklulara kız vererek akrabalık tesis etti ve bu devletlerle olan dostluğunu sürdürerek Dulkadırlı Beyliği'nin varlığını korudu. Daha sonra beyliğe zaman zaman Osmanlı ve Memlûklu Devletleri'nin müdahale ederek kendi adaylarını Dulkadırlı beyi tayin ettirmişlerdir. Alâaddin Devle Bozkurt Bey (1479-1515) Osmanlıların desteğini sağlayarak beyliğin başına geçmişti.

Ancak o da Osmanlılara cephe alınca. dört oğlu ile beraber öldürüldü. Yerine Ali bey tayin edildi. Ali Bey, Sultan I. Selim'in Mısır seferinde ve daha sonra Şam valisi Canberdi Gazâlî isyanında Osmanlılara önemli hizmetlerde bulundu, fakat kıskanç Ferhat Paşa'nın onu sultana fitnelemesi üzerine öldürüldü.

dukadiroğullarının başlıca şahsiyetleri :


Beyliğin kurucusu Zeyneddin Karaca Ahmed Bey, Hasan Dulkadır Beyin oğlu ve Halil Bey Türkmen'in torunudur. 11 Aralık 1353'te Kahire'de seksen üç yaşlarında öldürülmüştür. Orhan Gazi ile çağdaştır. Yerine oğulları Garseddin Halil ve Şaban Süli Beyler geçmiştir. Halil Bey, doksan altı yaşlarında öldürülmüştür. Süli Bey, Kadı Burhâneddin'in kızı Habîbe Selçuk Hatun'la evlenmiştir ki, bu Hatun 1447'de ölmüştür. Karaca Bey'in diğer oğulları Sârimeddin İbrahim, İsa, Osman, Dâvûd beylerdir, Dâvûd Bey'in oğlu Tuğruk Bey'dir. İbrahim Bey, 1416'da saltanata hak iddia etmiş ve Osmanlılar'a iltica eylemiştir. 1386'da Harput beyi olmuştur.

Süli Bey'in oğlu Sadaka Bey, 30 Mayıs 1398'den 2 Eylül 1399'a kadar l sene, 3 ay, 3 gün saltanata hak iddia etmiştir. Süli Bey'in 3 kızı vardır: Büyük kızı, Râhatoğlu Alâeddin Ali Bey'le, diğeri Kadı Burhâneddin'le, küçüğü de (Devlet Hatun), Yıldırım Sultan Bâyezid'le evlenmiştir.

Süli Bey'in yerine Halil Bey'in oğlu Nâsıreddin Mehmed Bey geçmiştir. 1443'te 77 yaşında ölünceye kadar 45 yıl saltanat sürmüştür. Kadı Burhâneddin'in kızı Mısır Hatun'la ve Râhatoğlu Alâeddin Ali Bey'in kızı ile evliydi. Kardeşi Ali Bey'in oğlu Hamza Bey, 1436'da ölmüştür.

Mehmed Bey'in yerine büyük oğlu Süleyman Bey geçmiştir. 1454'te öldürülmüştür. Kardeşleri 1500'de ölen Elbistan beyi Rüstem Bey (bunun kızı Şems Hatun'dur), Dâvûd Bey, 1440 sıralarında genç ölen Feyyaz Bey'dir. 3 de kızkardeşi vardır: Emine Hatun, Çelebi Sultan Mehmed'le evlenmiştir. Bu izdivaçtan Fâtih'in babası II. Sultan Murad doğmuştur. Diğer kızı, Mısır-Suriye Türk-Memlûk İmparatoru Sultan Çakmak'la, öbürü de Memlûk emirlerinden Câne Bey Sûfî ile 1437'de evlenmiştir.

Süleyman Bey'in yerine sırasıyla 4 oğlu Melik Arslan, Şâh Budak, Şehsuvâr ve Alâuddevle Bozkurd Beyler geçmiştir. Süleyman Bey'in diğer çocukları 1516'da Osmanlılar'ın Köstendil sancakbeyi iken ölen Abdürrezzak Bey, İsa Bey, Hudâdâd Bey, Yahya Bey, Erduvâne Bey, Selmân Bey, Yûnus Bey, Moğol Bey'dir. Kızları, Sitti Hatun, 1449'da Edirne'de müstakbel Fâtih Sultan Mehmed'le evlenmiştir; esasen Fâtih'in büyük dayısının kızı olur. 1467'de Edirne'de ölmüş ve birçok hayır eseri yaptırmıştır. Şehsuvâr Bey, 1472 Ağustosunda Kahire'de ölmüş, yerine ikinci kere kardeşi Şâh Budak Bey tahta geçmiştir. Şâh Budak Bey, tahttan indirildikten sonra 1492 yıllarında ölmüştür. Oğulları 1516'da Memlûkler'in Humus valisi iken öldürülen Zeyneddin Melik Arslan Bey'le 1484'te amcası Bozkurd Bey tarafından gözlerine mil çektirilen Şâh Kubâd Bey'dir.

Bozkurd Bey, 12 haziran 1515'te 87 yaşında ölmüştür. Bu hanedan azasının çok yaşadıkları anlaşılmaktadır. Yerine Şehsuvâr Bey'in oğlu Ali Bey geçmiştir. Paşa titri ile Osmanlılar'ın Dulkadır denen Maraş beylerbeyisi iken 1522'de oğulları Sarı Arslan, Dîvâne Veled, Üveys Beyler ile beraber öldürülmüştür. Onunla Dulkadıroğulları bitmiştir. Kardeşi Kasım Bey, Osmanlılar'ın Sultânönü yani Eskişehir sancakbeyi idi.

Yavuz'un ana tarafından büyükbabası olan Bozkurd Bey'in çocukları, Kırşehir sancakbeyi olup amcası Şâh Budak Bey tarafından 1472'de gözlerine mil çektirilen Şâhruh Bey, Hısn-ı Mansûr (Adıyaman) beyi Durak Bey, Osmanlılar'ın Bozok yani Yozgat sancakbeyi olup 1514'te öldürülen Süleyman Bey, 1507'de öldürülen Erduvâne Bey, aynı yıl öldürülen Sarı Kaplan Kasım Bey, Ahmed Bey, Şah ismail Safevî'nin talip olduğu Beğli Hatun, 1506'da Memlûk emîri Kayıtmerk Bey'le evlenen bir Hatun, nihayet 1469 civarında müstakbel II. Sultan Bâyezid'le evlenip Yavuz Sultan Selim'i doğuran ve Trabzon'da Yavuz sancakbeyi iken ölen Ayşe Hatun'dur.Şâhruh Bey'in oğulları Mehmed Han, Ali ve Ahmed beylerdir. Mehmed Han Paşa, 1569'da Osmanlı beylerbeyi ve hanedan reisi olarak ölmüştür. Ali Bey de sancakbeyi olup 1536'ya doğru ölmüştür. Ali Bey'in oğlu Kara Han Bey, onun da oğlu Cafer Bey'dir. Cafer Bey, Çorum sancakbeyi idi; 1600'e doğru Kayseri'de ölmüştür.

Dulkadıroğulları
1. Dulkadıroğlu Zeyneddin Ahmed Karaca Bey (1337-1353)
2. Garseddin Halil Bey (1386 = 33)
3. Şâban Süli Bey (1386-1398)
4. Nâsıreddin Mehmed Bey (1398-1443)
5. Süleyman Bey (1443-1454)
6. Melik-Arslan Bey (1454-1466)
7. Şâh-Budak Bey (1466-1468/1472-1480)
8. Şehsuvâr Bey (1468-1472)
9. Alâuddevle Bozkurd Bey (1480-1515)
10. Ali Bey (Paşa) (1515-1522)
Bundan sonra Dulkadırlı toprakları Osmanlıların bir beylerbeyliği oldu (1522).
Dulkadıroğulları başlıca merkezleri Maraş ve Elbistân olmak üzere birçok şehirlerde imâr faaliyetlerinde bulunmuşlardı. Bugün halen onlardan kalmış olan; Elbistan Ulu Câmii, Maraş Ulu Câmii, Maraş Hâtûniye Câmii, Dârende Ulu Câmii, Gaziantep Alâeddevle Câmii, Maraş İklime Hâtûn Mescidi, Kayseri Hâtûniye Medresesi, Maraş Taş Medrese Künbeti ve Hacı Bektaş Balım Sultan Kümbeti gibi eserler vardır.